Cuma, Eylül 30, 2005

Talihsiz bir serüvene başlarken, ayağım takılacak bir dal parçasına ve vuracağım toprağa. Bir daha bir daha ve bir daha. Ta ki toprakla bir olup yeşerinceye kadar topraktan, başımı çıkarıp güneşe selamını veren bir kara lale olana kadar. Vuracağım vuracağım toprağa, köklerim daha sağlam toprağa yerleşinceye kadar. kalkacağım ayağa selamlayacağım ovayı ve ağaç olacağım ben yüzyıllıarı görmüş bir çınar ağacı. Yükselecek yükseleceğim yukarıya ta ki başım değinceye kadar bulutlara, ve bir kırlangıç ailesi yuva yapıncaya kadar dallarım arasında. Zaman geçtikce güçleneceğim büyüyeceğim, düşüşümden alacağım hızımı ve en yukarıya herkese tepeden bakıncaya kadar bu gücü devam ettireceğim.

Ağlamayacağım düştüğüm için bilhakis atacağım korkularımı silen kahkahaları ve düşüşümden alacağım yükselişimin kuvvetini. Daha sıkı basacağım toprağa, bir olacağım topraklan. bu talihsiz serüven yitirecek anlamını ve daha güçlü daha yüksek daha şanlı dikileceğim ayağa ve bağıracağım dünyaya.

Talihsizlik olmayacak kaderim ama yükselişimin itekleyicisi. Her yaramla daha güçlü olacağım yükseleceğim arşa. Düşüşüm öldüğüme oalcak ve çıkacak olan gürültü insanları toplayacak başıma birlikte kalkacaklar bensizliğin altından büyüyecek, büyüyecekler benim mirasım mısralarımla ve hepsi birer dev oalcka bu hayatta bütün kötü olanlara karşı dim dik ayakta.

Büyüyecek, yükselecek, şahlanacaksın halkım, benim ölümüm ateşleyecek seni ilerleyceksin mirasımla. Bütün medeniyetlerin üstünde, bütün medeniyetlerin saygısı ve sevgisi altında.

Salı, Eylül 27, 2005

Onu dinlerken.. neler hissediyorum neler..

2001 yılında tanışmıştık, tam da kendimi melankoli denizlerine öylece bıraktığım dönemlerdi. Onu dinledikçe daha çok kaybediyordum ruhumu ve melankolinin getirdiği acı değişik bir haz veriyordu bana. Hatta oturup ciddi ciddi mazoşist olup olmadığımı düşündüm. Bunların cevabı tabii ki de bir gencin ergenlik dönemi sancıları olabilirdi ama ben hiç ergen olamadım, hayatımı etkileyecek bunalımlara girmedim, aileme hiç kavga edip küsmedim, insanların beni anlamadığını hiç düşünmedim. Bir acaip geçmişti o dönemler ve onu dinledikçe anlam kazanıyordu her şey. Ben aslında ergen taklidi yapan bir çocuktum, tıpkı şu anda bir yetişkin taklidi yapan çocuk olduğum gibi. Sadece bendeki bu eksikliği onu dinledikçe fark ediyordum, üzüldüğümden değil ama bir başka iyi hissediyorum kendimi. Hüzünlenmek, şiddetli bir yağmur gibi acı çekmek veya sert bir rüzgar kadar üzülmek değil ama efil efil esen meltemi hissetmek idi hüzünlenmek. Severim meltem esintilerini sıcak günlerde rahatlatır bedenimi, açarım kolalrımı meltemi kucaklarım, her yerim meltem olur ne güzel bir duygudur. Şİmdi de onu dinlerken açıyorum kollarımı onu kucaklıyorum söylediği her sözü daha yakından anlamak için daha çok işlesin içime, aklıma, zihnime. Onu dinlerken aklıma en sık gelen şey başarısız ilişkilerim, olmayan aşklarım ve aslında aşk diye bir şeyin olmadığı. Ne yazık, hayalleri ölmüş bir genç adama bağlanmış hayal serumu gibi. Hayalleri ölmüş derken kendi geleceğime dair güzel hayaller, kendimi hiç oralarda göremiyorum ama başkalarını görebiliyorum. Onu dinlerken hayal kurabiliyorum, ne kadar acı, ne kederli.

Anathema grubunun "Judgement" albümünü dinliyorum. Ne tatlı bir hüzün, ne acı bir masal. Sadece onu dinlerken değil daha bir çoğunu dinlerken hayal kurmak, hayalleri orada bırakmak. İnsan işte bu şarkıları dinlerken ölebilir, ama bir intihardan bahsetmiyorum. Yatağında huzur dolu bir ölüm, biri elini tutarken gelen ölüm, Judgement'ı dinlerken gelen ölüm.

Salı, Eylül 20, 2005

Şeytanı uyandırmak. Mike Mignola'nın Hellboy albümlerinden birinin adıydı. Başlığı okudukça "Acaba şeytanı uyandırmak.. nasıl oluyor?" diye düşünmekten kendimi alamıyorum, hep duyduğumuz kurbanlı ayinlerle mi oluyordur? Hiç sanmıyorum. insan kendi içinde uyandırıyor şeytanı, içinde büyütüyor. Tıpkı Tanrı kavramını vicdanımızla bütünleştirmemiz gibi. Aslında bize yanlış şeyleri yapmamızı engelleyen Tanrı korkusudur ve insanlar bu korkuya vicdan diyor. Aynı şekilde kötü şeyleri yapmamızı tetikleyen bir şeyler lazım, Tanrı korkusunu unutturacak ve yüreğimizi (aslında korteksimiz ama olsun) o kadar çok karartacak ki bir parça bile ışık geçmeyecek oradan ve bu kör karanlıkta halledeceğiz işlerimizi. Bir insanın canını yakacağız yada onu direk öldüreceğiz, artık neler yapılacağını bilemem bu da sizin hayal gücünüze kalmış. Peki insan hangi anında ne yaptığını farkedemeyecek kadar düşünceleri basit ve duyguları kör olur? Bunun cevabını da buldum sayılır, nefret. İçimizdeki nefreti bir kere uyandırmaya görelim bakın bakalım neler yaptığınızın farkında mısınız? Kimlere nasıl zarar verdiniz, zarar verdiğiniz o kişinin yüzündeki zavallı ifadeye hiç değer veriyor musunuz?

İnsanlara karşı davranışlarımızı ayarlayan en büyük güç insanın öz iradesidir herhalde çünkü nefreti de sevgiyi de kontrol edebilmek irade ister.

Hiç bir canlıya nefretle yaklaşmamak lazım blekide çünkü o nefret bizi git gide nefret ettiğimiz yaratığa dönüştürebilir. vicdanımızı açık tutalım ve inancımız bizim dolunayımız olsun karanlık gecede.

Amin

Pazartesi, Eylül 12, 2005

Başlık aklıma gelmedi öylece girdim konuya ama olsun sonucunda zaten başlık yazabilecek bir durumda değilim nereye başlık yazıyorum. Zaten 10-10 gibi bir sonuçla bitmiş maç, zaten yorgunum ve zaten sağ ayak baş parmağımı ikinci parmağın üstüne koyamıyorum (düşünün artık o derece) Neyse efendim ne diyorduk? Hah tamam evet maç yaptım, halı saha maçı. Böyle Maltepe mevkiinde güzelden bir yer her pazartesi orada maç yapılır bazen ben de gider oynarım güzel olur, böyle tarlada altın bulmuş da sevinen köylü gibi hop bir oraya hop bir buraya koşarım sonra bir yorulurum ki sormayın. Baktım ikili mücadele de adamı geçemiyorum atarım kendimi yere derim "oo faul hoca" tabii adamlar da iri yarı olduğundan (yok be abarttım ben yine) bana değdikleri anda uçuyormuşum izlenimi yaratıyorum. Çok beleşçiyim çok.

Neyse efendim şimidi bu maç bitti gittik soyunma odalarına beni aldı bir derin düşünce. Ü-hüü hülyalardayım ben. Oturup dinlenirken dedim ki kendime "Ulan top oynamayı çok seviyorum ya böyle koşmayı bir şeye vurmayı.. Sabah kadar oynarım ben bu oyunu. Yok ya oynamam delimiyim giderim evde dinlenirim yatarımmuyurum uykumu alırım ertesi gün oynarım.. Yok yok en iyisi haftada bir sonra ne o öyle hergün hergün bir anlamı kalmaz hayatın monotonluğuna karışır yazık olur üç yeni kuruşluk eğlencemiz (ne üç yeni kuruşu be 5 YeniTürk Lirası veriyoruz) sonra sıkılırım başka sporlara sararım mazallah böyle yamaç paraşütüne vs.. Aman aman.." işte tam bunları süşünürken Aydın abi (ki kendisi ayrı bir yazı konusudur ona da bir ara değinmeden geçmeyeceğim hiç üzülmeyin) geldi dedi ki "İldeniz koş senin evinin oraya araba kalkıyor git yetiş yollarda sürünme böyle minibüslerde." kendisine candan bir teşekkür ederek uçaraktan fırladım soyunma odasından.

Eve attım kapağı güzel oldu oturdum bilgisayarın başına klasik muhabbetlerim insanlarımla konuşmalar vs eğleniyorum ooh bir de muzlu süt yaptım kendime enfes, hiç acımam şahane muzlu süt yaparım. O bitsin bir şişe de kolam var lıkır lıkır onu içerim muhteşem olur. Derken konu nasıl olduysa Oduncu gömleklere ve oduncu gömlek giyen bayanlara karşı bakış açıma geldi. Aslında bu başka bir konu ama burada değineyim zaten halı saha muhabbetim azıcık yer tuttu bunu da araya sıkıştırayım.

Efendim bilen bilir. Bir; eşofman giyen bayanlar, iki; manşetleri biraz uzun kareli oduncu gömlek giyen bayanlar hemen dikkatimi çeker onlara karşı daha ılımlı olurum. Ne bileyim böyle çocuklar gibi şen olurum çok hoşuma gider o görüntü. Minicik ellerini alıp manşetlerin içinde saklar ellerinde bir de bir kupa kahve, çay veya tüten herhangi bir şey vardır. Yani o sırada böbreğimi isteseler veririm. Neden? Çünkü duygusal olarak açıklarım ortaya çıkmış bir durumdayımdır ve kendimi zaten iyi hissediyorum bir de bu aman da aman. Çok şeker böyle yenilesi bir görünümdür. Çok enteresan ya da babamın dediği gibi "marjinal" bir adam mıyım neyim? Yok be bu kadar ufak şeylerden marjinal de olunmaz. Olunur mu yoksa? Neyse bunu da başka bir zaman irdeleyelim bu haftaki satır, harf artık neyse o kotamı doldurdum (tembele bak sıkıldım yoruldum demiyor da) ama bir taraftan da yazdıkça yazasım geliyor. Klavye fetişi miyim neyim? (bu da not alındı araştırılacak)

Şimdi fark ettim başlığın adı "Halı sahada bir oduncu gömlekli" olabilirmiş.. ne olabilirmiş hemen değiştiriyorum başlığı. [eski başlık: "Blog no:1 (samimiyetsiz pis ve bir o kadar mendebur başlık")]

Neyse buraya kadar okudunuz umarım eğlenmişsinizdir ben yazarken çok eğlendim.
uyurken üstünüzü açık unutmayın üşütmeyin kuzularım.

Esen kalın.

Düzeltme: Resmen Türkçe dilbilgisi kurallarını katletmişim okuyunca fark ettim düzlettim hepsini bir daha olmayacak. (söz de vermem)